-
1 bir araya getirmek
туплау -
2 bir araya getirmek
İnşaat Mühendisliği ve Mimarlık Türkçe-Rusça Sözlük ve Rus-Türkçe Sözlük > bir araya getirmek
-
3 bir araya getirmek
v. collect, band together, knock together, piece together, rake together, agglomerate, gather, ligature -
4 bir araya getirmek
anîn ba hev--------anîn ber hev -
5 bir araya getirmek
зэхэщэн -
6 bir araya getirmek
to amass, to gather sth, to gather sth (together/up), to gather sb/sth up -
7 bir ara
1) zwischendurch2) ( geçmişte bir zaman) eine Zeit lang3) \bir araya gelmek zusammenkommen; ( buluşmak) sich treffen\bir araya getirmek zusammenbringen -
8 getirmek
ввезти́ внести́ доста́вить нанести́ повести́ поднести́ принести́* * *1) -i, -e, -den доставля́ть, приноси́ть, привози́ть, приводи́ть (кого-что, откуда куда-л.)bir araya getirmek — свести́ вме́сте, собра́ть вме́сте
arkadaşımı size getireceğim — я приведу́ к вам своего́ това́рища
aşağısı soğuk, yemeği yukarıya getiriverirsin — внизу́ хо́лодно, обе́д принесёшь наве́рх
suyu köye dağdan getirmek — провести́ во́ду в дере́вню с гор
sürüyü köye getirdik — мы пригна́ли ста́до в дере́вню
2) приноси́ть, доставля́ть (как результат, следствие)az gelir getirmek — дава́ть ма́ленький дохо́д
para getirmek — приноси́ть де́ньги, дава́ть дохо́д
3) -i, -e доводи́ть (до какого-л. предела); приводи́ть (в какое-л. состояние)çöl hâline getirmek — обрати́ть в пусты́ню
memleketi sömürge hâline getirmek — превраща́ть страну́ в коло́нию
iyi bir duruma getirmek — привести́ в хоро́шее состоя́ние
4) назнача́ть на до́лжностьbakanlığa getirmek — назна́чить на пост мини́стра
5) приводи́ть (пример и т. п.); предъявля́ть, представля́ть (доказательства и т. п.); выставля́ть (свидетеля и т. п.)örnek getirmek — приводи́ть приме́р
tanık getirmek — выставля́ть свиде́телем, привлека́ть в ка́честве свиде́теля
6) приноси́ть, влечь за собо́й, вызыва́тьbuhran getirmek — вы́звать кри́зис
sefalet getirmek — приноси́ть нищету́
zarar getirmek — причиня́ть вред, наноси́ть уще́рб; вреди́ть
7) с именами в дат. п. образует устойчивые словосочетанияaklını başına getirmek — образу́мить кого
dile getirmek — заста́вить заговори́ть
dünyaya getirmek — произвести́ кого-л. на свет, роди́ть
meydana getirmek — создава́ть, образо́вывать
-
9 getirmek
1) В, Д, Исх. доставля́ть, приноси́ть, привози́ть, ввози́ть, приводи́ть, пригоня́ть кого- что куда-лbir araya getirmek — свести́ вме́сте, собра́ть вме́сте
geri getirmek — принести́ обра́тно, верну́ть
2) приноси́ть, дава́ть, доставля́ть (как результат, следствие)az gelir getirmek — дава́ть ма́ленький (ма́лый) дохо́д
kâr getirmek — приноси́ть дохо́д (при́быль)
para getirmek — приноси́ть де́ньги, дава́ть дохо́д
3) В, Д доводи́ть (до какого-л. предела)4) В, Д назнача́ть (на должность и т. п.)bakanlığa getirmek — назна́чить на пост мини́стра
5) В дости́гнуть; дожи́ть6) приводи́ть (пример и т. п.); предъявля́ть, представля́ть (доказательства и т. п.); выставля́ть (свидетеля и т. п.) -
10 bir
bir ein; Eins f; Artikel ein, eine; einzig (z.B. Gott); (nicht verschieden) gleich; gemeinsam (z.B. Kasse); nur allein ich, du; ein Mal; adv einmal; mal;bir ağızdan im Chor singen;bir araba eine Fuhre; fig eine Menge;bir araya zusammen;bir araya gelmek zusammenkommen;bir aşağı bir yukarı dolaşmak hin- und herspazieren;bir bakıma bei näherem Hinsehen;bir bir einer nach dem Anderen; eins nach dem Anderen;bir daha noch (ein)mal;bir de und auch; noch dazu; und da …; nun; mal nachsehen usw;bir derece (oder dereceye kadar) bis zu einem (gewissen) Grad;-i bir etmek vereinen; vereinheitlichen;bir gelmek sich ausgleichen;bir gün eines Tages;-e bir hal olmak einen Unfall haben; nicht geheuer zumute sein D; sich seltsam aufführen;bir hoş seltsam, merkwürdig;bir içim su Mädchen bildhübsch;bir iki einige; ein- zweimal;bir iki derken im Handumdrehen;bir iyi(ce) gehörig, ordentlich;1 Nisan şakası Aprilscherz m;1 Mayıs Tag m der Arbeit;bir nice eine ganze Menge;bir numaralı Nummer eins, hervorragend;bir o kadar noch einmal so viel;bir örnek uniform, unisex; einheitlich;bir şeyler, bir şeyler und so weiter, und so weiter;bir türlü ein und derselbe;bir türlü olmuyor es klappt einfach nicht;yapsam bir türlü, yapmasam bir türlü ob ich es tue oder lasse, habe ich Nachteile;bir vakit damals; (der)einst;bir varmış bir yokmuş Märchen es war einmal;bir yastığa baş koymak Mann und Frau sein;bir yerde irgendwo, gewissermassen;bir yere getirmek ansammeln, konzentrieren;bire bin katmak maßlos übertreiben;günün birinde eines schönen Tages;bir tuhaf bakıyor er sieht so seltsam herüber;gitmesiyle gelmesi bir oldu kaum war sie gegangen, als sie wieder kam -
11 bir
"1. one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias. 2. a, an; a certain, a particular: Bursa´da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday´s party I saw a certain woman; you know who I mean. 3. the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same. 4. united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We´re of one mind on this subject. 5. shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom. 6. only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this. 7. used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there! 8. used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy´de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don´t seem quite yourself today. - ağızdan in unison, with one voice. - alan pişman, bir almayan. colloq. It´s the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use. - alay a great quantity, a large number. - âlem something else, really something, a wonder, amazing: Orası bir âlem! That´s one amazing place! Cüneyt başlı başına bir âlem! Cüneyt is a wonder in his own right! - an at one point: Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu. At one point she looked like she was going to say something. - an evvel/önce as soon as possible. - ara/aralık 1. at one point, for a while, for a short period. 2. when one has a free moment, when one has a chance: Bir ara bana uğrayıver. Drop by when you have a free moment. - araba 1. a wagonload of; a truckload of. 2. colloq. a lot of, a slew of. - arada together. - araya gelmek 1. (for people) to come together (in the same place and at the same time). 2. (for events) to happen at the same time, coincide. - araya getirmek /ı/ to bring (people, things) together (in the same place and at the same time). - aşağı bir yukarı (to come and go) aimlessly. - atımlık barutu kalmak/olmak to be almost at the end of one´s resources, be almost at the end of one´s rope; to have played almost all of one´s cards; to have very little energy left. - avuç 1. a handful (of). 2. a handful (of), a very small number or amount (of). - ayağı çukurda olmak to have one foot in the grave. - ayak evvel/önce immediately, at once. - ayak üstünde bin yalan söylemek 1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar. - bakıma in one way, in one respect. - baltaya sap olmak to have a job, be employed. - bardak suda fırtına koparmak to raise a tempest in a teapot. - başına all alone, all by oneself. - baştan/uçtan bir başa/uca (traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end. - ben, bir de Allah bilir. colloq. Only God knows what I´ve gone through. -e beş vermek to yield five times the seed, yield fivefold. -e bin katmak to exaggerate, make much of a trifle. - bir one by one. - boy 1. once. 2. used as an emphatic: Bir boy gidelim, görelim. Let´s just go and see! - boyda of the same height. - bu eksikti. colloq. Nothing but this was lacking!/This was all that was needed! (said sarcastically). - cihetten in one way, in a way. - çatı altında under the same roof, in the same building. - çırpıda at one stretch, without interruption, at once. - çift söz 1. a little advice, a piece of advice: Sana bir çift sözüm var. I have a piece of advice for you. 2. a brief exchange of conversation: Öyle meşguldüm ki kendisiyle bir çift söz bile edemedim. I was so busy that I couldn´t have even a brief conversation with her. - çuval inciri berbat etmek to foul things up but -
12 zusammenbringen
bir araya getirmek -
13 piece together
bir araya getirmek, toparlamak, birleştirmek, parçalarını birleştirmek* * *biraraya getir* * *(to put (the pieces of something) together: They tried to piece together the fragments of the broken vase.) parçalarını birleştirmek -
14 knock together
bir araya getirmek, kuruvermek, inşa edivermek, çarpışmak -
15 knock together
bir araya getirmek, kuruvermek, inşa edivermek, çarpışmak -
16 sammeln
bir araya getirmekbiriktirmektoplamaktoplanmak -
17 zusammenfassen
bir araya getirmeközetini çıkarmak -
18 zusammenstellen
bir araya getirmekderlemekdüzenlemek -
19 cemetmek
1. أجمل [أَجْمَلَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek2. جمل [جَمَلَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek3. حزق [حَزَقَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek4. حشر [حَشَرَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek5. حوى [حَوَى]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek6. رب [رَبَّ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek7. قطب [قَطَبَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek8. لملم [لَمْلَمَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek9. لم [لَمَّ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek10. هبش [هَبَشَ]Anlamı: toplamak, bir araya getirmek -
20 düzmek
1. أنشأ [أَنْشَأَ]Anlamı: yaratmak, oluşturmak2. أهب [أَهَّبَ]3. جدول [جَدْوَلَ]4. دبر [دَبَّرَ]5. رتب [رَتَّبَ]6. سوى [سَوَّى]7. ضبط [ضَبَطَ]8. فطر [فَطَرَ]Anlamı: yaratmak, oluşturmak9. كون [كَوَّنَ]Anlamı: yaratmak, oluşturmak10. نظم [نَظَّمَ]11. هيأ [هَيَّأَ]
См. также в других словарях:
bir araya getirmek — toplamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
iki lakırtıyı bir araya getirmek — meramını kısaca, düzgün ve açık bir biçimde anlatmak Kız bir türlü iki lakırtıyı bir araya getirip kendini müdafaa edemediği için lalanın başı derde girmemiş oluyordu. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir ara — zf. 1) Kısa bir süre Bir ara önümüzden şarkı sesleri geldi. F. R. Atay 2) Geçmiş bir zamanda Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bir araya gelmek bir araya getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
iki — is. 1) Birden sonra gelen sayının adı 2) Bu sayıyı gösteren 2, II rakamlarının adı 3) sf. Birden bir artık Bir sokak başında kavga eden iki çocuğu ayırdı. H. Taner Birleşik Sözler iki anlamlı iki ayaklı iki başlı iki bir ikibuçukluk … Çağatay Osmanlı Sözlük
kurmak — i, ar 1) Bir şeyi oluşturan parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek Geniş çöl ufukları arasında çadırlarımızı kurduk. F. R. Atay 2) Hazırlamak Kurduğu sofraya, yaptığı salataya git de bak. R. H. Karay 3) Yaylı, zemberekli… … Çağatay Osmanlı Sözlük
düzmek — i, er 1) Bir gereksinimi karşılamak amacıyla birçok şeyi birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek Oğlum Sıtkı için son zamanlarda epeyce temiz ev eşyası düzdü diyorlar. M. Ş. Esendal 2) Düzene sokmak, düzene koymak, sıralamak, elverişli … Çağatay Osmanlı Sözlük
toplamak — i 1) Bir araya getirmek Şairin bütün eserlerini, bütün hatıralarını toplayacak. O. S. Orhon 2) nsz Devşirmek Kırlardan çiçek topladık. 3) Devşirip kaldırmak Sofrayı toplamak. Yatakları toplamak. 4) Dağınıklıktan kurtarmak Bu odayı biraz toplamak… … Çağatay Osmanlı Sözlük
toparlamak — i 1) Bir araya getirmek, toplu bir duruma sokmak Sonra müsveddeleri toparlayıp yatmaya gitti. H. Taner 2) Neler üzerinde durulacağını hatırlayıp bir araya getirmeye çalışmak Düşünüyorum efendim, dedim. Yazacaklarımı toparlıyorum. H. Taner 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
buluşturmak — i, le Bir araya gelmelerini sağlamak, bir araya getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
çatmak — i, ar 1) Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var. F. R. Atay 2) Kereste vb.ni birbirine tutturmak 3) Bir… … Çağatay Osmanlı Sözlük
katmak — i, e, ar 1) Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey eklemek, karıştırmak, ilave etmek Sirkeye su katmak. 2) Bir araya getirmek Fadime, bu yavru bolluğu arasında kuzuları çocuklara ve … Çağatay Osmanlı Sözlük